Out of the blue, into the black



Caspar David Friedrich’in “Der Wanderer über dem Nebelmeer” (Sis denizinin üstünde bir gezgin) adlı bu eseri romantik dönemin en ünlü eserlerinden biridir. Bu yazıda “Der Wanderer über dem Nebelmeer” eserinde açığa çıkan temaların günümüz kültüründe nasıl ele alındığını iki rock şarkısı üzerinden değerlendirmeye çalışacağım. Mike Oldfield’ın “Nuclear” ve Neil Young’ın “Hey hey My my” şarkıları eserde açığa çıkan tınıyı günümüzde duyabileceğimiz, günümüzde bu tınının açığa çıkma halini bize gösterebilecek şarkılar. Yazıda resimde açığa çıkan temalar kısaca betimlendikten sonra bu temaların şarkılardaki yansıması anlaşılmaya çalışılacaktır.

Kant’ın insanın akıl marifetiyle varlığını kavraması ve kendi varlığına dair kararları kendi vermesi, yani insanın ergenliğe adım atması olarak tanımladığı aydınlanma döneminde doğa belli bir düzene göre işleyen ve anlaşılır bir mekanizma olarak kavranmıştır. Newton’la birlikte yerleşen mekanik dünya görüşü, insanın bilim yoluyla evrenin kurallarını kavrayabilmesinin ötesinde fiziksel dünyanın sınırlarını aşabilme, doğayı kontrol edebilme ufku getirmiştir. Skolastik dönemin evrenin tanrısal düzeni içerisinde hiyerarşinin altında olan insan, aydınlanma dönemiyle birlikte evrenin merkezinde düşünülmeye başlanmıştır. Artık tıp yoluyla ölüme çare aranması, mühendislik yoluyla doğanın en yıkıcı olaylarını dizginleme, fabrikaların teknik üretimiyle tüm toplumun refaha kavuşması gerçekleştirilebilir ve insanlığın yeni amaçları haline gelmiştir.

Aydınlanmayla ortaya çıkan merkezinde insanın olduğu evren anlayışında, eski dönemin tanrısal düzeni yerine matematiksel düzen vardır. Tanrının kontrolünde olan evrende insan o kuralların bir nesnesi ve aşılamaz sınırların içerisinde aciz bir varlık iken mekanik kuralların işlediği bu yeni evren tasarımında insan merkezde olan özne haline gelir. Bu değişimin önemli bir getirisi aydınlanma ile birlikte insanın evrenle, kendiyle, varlıkla kurduğu temel ilişkinin artık akıl yoluyla kavramak ve evrenin işleyişini açıklamak olmasıdır. Artık insan varlığını ve evreni en temelde aklıyla kavradığı nesnelere dönüştürmüştür. Diğer önemli bir nokta ise doğanın büyüsünü kaybetmesi olmuştur. Artık evrenin tüm gizemli ve etkileyici olayları, en haşmetli halleri bilinebilen kurallara göre gerçekleşen mekanik, kestirilebilir, sıradan olaylara dönüşmüştür.

19. yüzyıla gelindiğinde bilimlerin gelişmesi ve teknik ilerlemeyle birlikte artık bu yeni kavrayış biçimi kurumsal gelişimini de tamamlamıştır. Romantizm, bu yenidünyanın insanı ve evreni kavrayış biçiminin eleştirisi olarak ortaya çıkmıştır. Bu sürecin sonucu olarak ortaya çıkan ve resimde de işlenen temalardan ilki yalnızlık ve tamamen nesne halinde doğanın algılanmasının getirdiği yabancılaşmadır. İkincisi ise aydınlanmanın vaatlerinin boşa çıkması, anlama çabasının sonuçsuz kalmasıdır.

Eserde bir dağın zirvesinde düzgün giyimli bir adam kayaların üstünden sis deniziyle kaplanmış dünyayı seyrediyor. Sislerin arasından görünen karşıdaki dağların zirveleri uçsuz bucaksız denizin içerisinde yalıtılmış adacıklar görünümünde. Resimde dikkat çeken ayrıntı ise kayaların üstünden manzarayı izleyen adam ile kompozisyonu oluşturan çevre arasındaki tezat. Son derece şık giyimli ve elinde baston tutan ve bu halde zirveye nasıl çıktığını bilmediğimiz beyefendi ile tüm haşmetiyle karşısında duran doğa arasındaki tezat bahsedilen temaları taşıyan bir imgeye haline gelmektedir.

Eserde açığa çıkan ilk tema insanın yaşadığı evrene yabancılaşmasıdır. Aydınlanma döneminde insanın evrenle kurduğu temel ilişkinin akıl yoluyla anlamak olmasının, evreni nesneleştirmesinin insanı yaşadığı dünyadan koparan tarafı resimde kompozisyonun içerisinde uyumsuz görülen adam olarak ortaya çıkmaktadır. İnsanın yaşadığı dünyaya yabancı olması demek anlamını kaybetmesi demektir. Büyüsünü kaybeden evren içerisinde insan artık yalnızdır.

İnsanın evrenin merkezine yerleşmesi için doğayı nesneleştirmenin bedeli, insanın da doğanın bir parçası olarak kendine karşı da tamamen nesnel bir bakış geliştirmesi olmuştur. İnsan da artık fiziksel dünyanın parçası olarak tamamen doğanın kurallarına göre hareket eden biyolojik olarak hayvanlar âleminin bir parçası olan ve benzer güdüler taşıyan bir canlıdır. O da tüm canlılar gibi hayatta kalmak dışında hiçbir yüce amacı olmayan, biyolojik varlığını sürdürmek dışında hiçbir faaliyetin anlamlı olmadığı bir hayat formudur. Her şeyi nesnel şartlar içerisinde açıklanabilir olarak algılamak, yaşamı, insanın kendini algılayışını boşluğa düşürmüştür.

I'm nuclear, I'm wild I'm breaking up inside 

A heart of broken glass Defiled

Deep inside The abandoned child

Eğer hayatta kalmak dışında hiçbir amacı yoksa hayatın, insani faaliyetlerin neden önemli olduğu sorusu boşa düşmüştür. Resimdeki tezat bu melankoliyi, hüznü ustalıkla taşır. Şüpheyle dolu bir adam, uçsuz bucaksız bir dağ silsilesine hüzünle bakar. Ayaklarının altında uzanan sis deniziyle, kendi belirsiz varlığını tanıdığı bu yerde yapayalnızdır. Düzgün giyimi, tavrı, kültürü kısaca kendini algılayışı dünyayla arasına kapatılamaz bir mesafe koymuştur. Her şeyin merkezinde, her şeyi görebileceği bir pozisyonda kendisine yabancı olan bu dünyada terk edilmiştir. Yalnızlık her zaman terk edilmişlikle hissedilir. Yalnızlığıyla barışık olan hiç kimse durumunu yalnız hissediyorum diye açıklamaz. Yalnız hissetmeyi olumlu bir şekilde dile getirmeyiz. Yalnız hissetmek, yalnız kalmak, yalnızlıkla barışık olmamayı ifade eder. Dağın başında yapayalnız olmak, terk edilmişliği hissettirir bu yönüyle. Tıpkı Mike Oldfield’ın şarkısında geçen yukarıdaki ifadelerin açığa çıkardığı gibi.

Resimde yalnızlığın hüznü dingin bir şekilde ortaya çıkarken, şarkıda yalnızlığın acısı öfkeli ve hırçın şekilde açığa çıkar. Resimde yalnızlığın hüznü yas tutmaya daha yakın bir şekilde betimlenirken, şarkıda çaresizce acının dışa vurulması vardır.

İnsan diğer canlılardan farklı olarak yaşadığı dünyayı verili olarak kabul etmez, onu kurmak zorundadır. Hiçbirimiz sadece hayatta kalmak için yaşamayız. İçerisinde yaşadığımız dünyayı bütünlüğü içerisinde kavrama ihtiyacı duyarız. Bir hikâyenin parçası olarak kavrayabiliriz kendimizi. Hikâyemizi bilmek isteriz. Başımıza gelenleri bir süreklilik içerisinde anlayabiliriz ancak. Ancak bu şekilde bir anda hayatımızın bitmeyeceğini, güvende olduğumuzu hissedebiliriz. Fakat Aydınlanmayla birlikte gelişen evrenin mekanik kavranışı, varlığı nesnel kurallarla açıklamak, insanı içerisinde kendini anlamlı hissedeceği, hayatını açıklayabileceği hikâyelerinden uzaklaştırmıştır. Artık tüm evreni bütünlüklü açıklayan kurallarımız vardır fakat bu tüm insan hayatını da boş bir resme dönüştürmüştür. Açıklamadaki kesinlik, farklı açıklama biçimleri arasında hiyerarşiyi imkânsız kılmıştır. Tek kriterin nesnellik olması, üzerinde anlaşılabilecek tek gerçekliğin boş, duygulardan, insani bağlardan azade bir resim olarak algılanmasına yol açmıştır.

Rock and roll can never die There's more to the picture Than meets the eye. Hey hey, my my.

İnsanın evreni, kendisini soğuk, ruhsuz bir resim olarak anlamasının ortaya çıkardığı en başat duygu kaygıdır. Çünkü hikâyesini kurmak zorunda olan insan, bu soğuk resim içerisinde kendi varlığını göremez hale gelir. Kendi varlığı bir tedirginliğe hapsolmak zorunda kalır. Gördüğümün ötesinde bir anlamı olmalı yaşadıklarımın. Çünkü en başta görmek, tüm insani faaliyetler gibi fiziksel bir mekanizmanın ötesinde bir anlamlandırma sürecidir. Görme sürecini ışığın cisimlerden yansıyarak gözümüzde yansımalarının oluşması olarak açıklanması, neyi gördüğümüzü hiçbir zaman açıklamaz. Bu örnekteki gibi hayatı nesnel bir bütünlük olarak yapılan açıklamalar da insanın kendisine dair sorduğu soruları cevapsız hale getirir. Neil Young’ın “Gördüğüm şeylerin ötesinde bir anlam olmalı” haykırışında bu kaygı ortaya çıkar.

Doğada kaybolanlara yerini tespit etmek için yüksek yerlere çıkmaları tavsiye edilir. Görüş açısını genişletmek ve gideceği yönü tayin için kaybolanlar, çevredeki en yüksek yere çıkmalıdır. Resimde, çevresindeki en yüksek tepeye çıkan adam için altındaki sis denizi içerisinde yönünü tayin etmek imkânsız hale gelmiştir. Nerede olduğunu, nereye gitmesi gerektiğini anlamak için gösterdiği onca çabaya rağmen, onca zorlukla tırmandığı dağın tepesinde adam çaresizce kalakalmıştır.

Eserde açığa çıkan ikinci tema bu çaresizlik ve kaygı halidir. İlerleme, aydınlanma döneminde insanlığın en yüce amacı haline gelmiştir. İlerleme, insani faaliyetin, insan hayatını radikal bir şekilde iyileştirebileceği, dünyanın sırlarını çözmek, tüm insanlığın büyük bir refaha ulaşacağı bir ütopya kurabilmek gibi amaçları başarabileceğine olan iyimser inancı temsil eder. Zirveye ulaşma, en tepeye çıkma, dünyanın sınırlarına ulaşma ilerleme düşüncesini taşıyan temsiller olmuşlardır. Resimde adam tüm dünyayı ayaklarının altında bırakacak zirveye tırmanarak, insanın çabasıyla, yeteneğiyle başarabileceği en uç şeylere ulaşabileceğini temsil etmektedir. Uçurumun kenarında gururla duruşu, insani çabanın neler başarabileceğini anlatan ilham verici bir semboldür. Çaresizlik ve kaygı ise zirveye çıkmak için harcanan onca çaba sonucunda ulaşılan, ne yapılırsa yapılsın, zirveye ulaşılsa bile vaat edilen sonuçların ortaya çıkmayacağıyla ortaya çıkar.

Kaygı insanı her zaman en beklemediği anında kuşatır. Çünkü korkudan farklı olarak bir nesnesi yoktur. Her zaman bir şeylerden korkarız. Korktuğumuz nesne yakınlaştıkça korkumuz artar. Kendimizi o nesneye karşı güvende hissettiğimizdeyse azalır. Fakat kaygının bir nesnesi yoktur. O her an bizi kuşatmaya hazırdır. Resimdeki adamın bu optimist hikayesi kaygıyı da yani kaygı ihtimalini de arttırır. Kesinliğin, kesin bir şekilde bu dünyayı açıklama çabasının bizi soğuk bir resme hapsetmesi gibi, insanın, insani çabanın başarabileceklerini bu boyutta tahayyül kaygımızı ortaya çıkarır. Çünkü evet kendi çabasıyla insan zirveye çıkmıştır, kendini evrenin merkezine konumlandırmıştır, fakat bunun bedeli olarak yabancısı olduğu bir resmin içine hapsolmuştur. Tıpkı resimde çevresine uyumsuz, düzgün kıyafetleri ve şehirli tavrıyla bir dağın başına fırlatılmış gibi duran adamımız gibi. Çünkü kendi çabasıyla çıktığı zirvede tüm ufkunu kuşatan sis denizi içerisinde nerede olduğunu, nereye gitmesi gerektiğini tayin edemeyecek bir halde kalakalmıştır.

Adamın zirvedeki hali, yoğun bir çabayla zirveye ulaştığında kendini içerisinde bulduğu belirsizlik, aydınlanmanın en baştaki vaadinin, dünyayı bütünlükle açıklama ve insanın kendi kaderini eline alması vaadinin gerçekleşmediğini, belki de gerçekleşemeyecek olduğunu hatırlatıyor ilk bakışta. Bu vaadin bedeli, insanın kendi varlığına böylece bildiği her şeye dair derin kaygıya teslim oluşu olmuştur. Bunun yanında, insanın yeryüzünde bir ütopya kuracağına olan inanç da zedelenmiştir. İnsanın varlığının belirsizliği içerisinde kaygılı halde kalması, yönünü kaybetmesi toplumsal yaşamı hayatta kalmak dışında hiçbir ortak amaç etrafında kuramayacak bir hale sokmuştur. Hayatta kalmak için yaşamak insani faaliyetlerimizin, toplumsal yaşamımızın çoğu katmanlarını da anlamsız kılar. Hatta insanların hayatta kalmak için yaşadığı bir vasatta insan yaşamının sürdürülemeyeceği iddia edilebilir. Bu vasatta insanlığın kendini yok edebilecek bir kaos durumunun oluşması oldukça olasıdır. Böylece en kanlı savaşlar insanlık

adına yapıldığı gibi, en büyük acılar insanlığın ilerlemesi için yaşandığı gibi aydınlanmanın ütopyasının bedeli insanı sürekli büyüyen bir kaosa hapsetmesi olmuştur.

Standing on the edge of the crater

Like the prophets once said 

And the ashes are all cold now 

No more bullets and the embers are dead 

Whispers in the air tell the tales of the brothers gone 

Desolation, devastation 

What a mess we made, when it all went wrong

Resimde kaygı adamın gururlu duruşunda örtük bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Çünkü duruşunun anlamı, adamın ne hissettiği kompozisyonun içerisinde belirsizdir. Zirvede olmanın gururlu halinin yanında çevresine yabancı, yalnız olmanın hüznünü taşıyan bir kompozisyon da gayet mümkündür. Şarkıda ise kaygı, tükenmişlikle birlikte dile gelir. Ölümün bile anlamsız geldiği bir halden sesleniyor şarkı. Ve yıkımın, insan ürünü bir yıkımın ulaşabileceği boyutları gösteriyor sanki. Şarkı muhtemelen bir savaş sahnesini betimlese de insanın yapabileceklerine olan özgüvenin, insan faaliyetleri sonucunda oluşan yıkımın nasıl bir hayal kırıklığı oluşturduğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir. Zirveye ulaşmanın, ilerlemenin iyi sonuçlar doğuracağına dair olan sarsılmaz inancın yüzyıllar sonra yıkılmasının izlerini resimde adamın gururlu duruşunda ortaya çıkan kaygının bir emaresidir.


1 https://www.youtube.com/watch?v=Krc1t4HU8GI&ab_channel=KONAMI%E5%85%AC%E5%BC%8F (14.06.2021)

2 https://www.youtube.com/watch?v=LQ123T3zD2k&ab_channel=FarmAidFarmAid (14.06.2021)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sözlü İfade

Kalbimi kırdılar Anneciğim

Endişe