Yüzleşme

  

1.

Bir dut ağacını bekler gibi yıllar boyunca

Bekledim içimde közlerini taşıdığım

Bir ateşi bekler gibi.

Sulardaydı aradığım.

Çocukluğum,

işaret ve orta parmağımla açarken muslukları,

taşlıklara bakarken, çekirgelere…

Güneşler gelir tüm kızıllığıyla,

sağ elimin ve yüzümün arasına sokulurdu.

Gece kâbuslardan uyanınca ter içinde,

ne yalnızlık… ne tavan arası… ne Mihrimah Sultan…

Fındık kabuğu renkli yeşil gözlü köpeğimi düşünürdüm,

adını bilmeden âşık olduğum kızları mahallede,

bisikletten atları, sopadan kılıçları…

Yarasalar girmişse mutfağımıza ne mutlu,

yaz yağmuru altında ıslanmışsa akasya.

Gün doğarken kuşlar öter, ben de erik dalında

bir türkü söylemişsem bakarak uzaklara,

bir yangın mı çıkardı her gün güneş batarken?

Bu güzelim atları kim terk etmiş kırlara?

Ne olsa unuturdum hepsini

uyurken anamın ayakucunda.



2.

Yürekleri pırpır eden serçeler gibi,

göğüs kafesinde atardı kalbimiz,

can alıcı bakışlarda atardı,

gece karasular indiren yokuşta ayaklarımızla.

Yalnızlığın gümüş yüzüyle öpüşürken ilkindi vakti,

uğurlarken güneşi alevden nehirlere,

bir ceylan sağrısıydı bacaklarımız.


Kollarımıza kadar çıkmamıştı henüz,

ölüm bizi sarmamıştı bu denli uzaklara,

uçurmamıştı bizi kimselerin konmadığı dağlara.

Kopmuşsa da kanatlarımız melekler,

yastık olurdu omuz başlarında çünkü.

Bize yıldız olurdu anamız gurbetteyken,

babamız her ağaçla yanı başımızda.

Biz her sofraya oturuşumuz, her ağlayışımızda,

biz olarak her ağlayışımızda,

turnalarla için için,

mavi yazmayla,

aynı nefesi taşıyarak dudaklarımızdan çünkü.


Çünkü ne kalpazanlar ne ecinniler,

ne simyacılar

istemiyor ki bozulsun bu aptal büyü.

Yalancılar… sade yalancılar…

Dekorlar ve sadece dekorlar her yerde.


İskemleler… taranmamış saçlar… ütüsüz gömlekler…

Günaydınla başlayan ve merhabayla devam eden,

süregelen bir gülümsemeyle gün boyu;

yutkunarak, sözgelimi,

midelerine yağan asit yağmurlarından,

boğazlarına tırmanan sokak çocuklarını

—ve kusarak seher vakti ıssız köşelerde—

bir patika sevinci yaşayan işte kıyım kıyım

adımlarla meşgul yalı kenarlarını,

saten bir askılıyla ya da balıkçı desenli

tulumlarla üzerlerine geçirdikleri…

Ne üzerlik, ne nazarlık, ne nazenin neni.


Tan ki taşındı kanla, hınçla… yetmedi,

yetişmedi son trene ikindi vakti.

Kirli camlardan bakınıyordu yorgun ve terli,

gün be gün, an be an, rû be rû.

İştece konuşulur sanki,

belki,

evvelâ,

bir tebessüme yer kalmayan vagonlarda,

bakarak demirden köprülere, sulara, ağaçlara…

Argınlık nereydi, onu düşünmeliydi.


يا‘ني كي هايآلى رويى جآنآن اكلردى شبين سابآهي ميهمآن


‏Eğlerdi bizi ölümün eğersiz atları her yerdе

‏külah dondurmanın nasıl yenmesi

‏gerektiği gerçeği

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sözlü İfade

Kalbimi kırdılar Anneciğim

Endişe